29 Haziran 2012 Cuma

Dark Shadows


Merakla beklenen Tim  Burton ve Johnny Depp ortaklığının son meyvesi, Dark Shadows...

Hayatında en az bir Tim Burton filmi izlemiş olanlar dahi bilir; filmi izlemeye başladıklarında karşılaşacakları atmosferin nasıl olacağını. Sıradışı karanlık mekanlar, tuhaflık boyutunda birbirinden değişik karakterler, makyaj ve kıyafetlerdeki gotik temalar, masalsı hikaye ve anlatım..

Girdiği tiplemelerde sınır tanımayan Johnny Depp, en son Camelot adlı dizide izlediğim ve bu dizideki oyunculuğuyla kendini aşan  Eva Green, şahsıma göre "dişi Johnny Depp" olarak dillendirdiğim  Helena Bonham Carter, Michelle Pfeiffer ve Jackie Earle Haley gibi güçlü bir kadroya sahip olan Karanlık Gölgeler, bu yaz içerisinde gösterime girmesini merakla beklediğim filmlerin başında geliyordu. Gösterime girince de koştura koştura gittim, ertele ertele ancak bugüne nasip oldu yazma işi.

Barnabas Collins, 1750'lerde ailesinden kalan servetle yaşamını sürdüren soylu bir insan-lord-. Arada bir kırıştırdığı başka zaman ise hiç yüz vermediği hizmetçisi cadı Angelique. Angelique 'in tek istediği Barnabas'a duyduğu derin aşkın karşılığını bulmaktır, lakin bunun gerçekleşmeyeceğini anladığı anda
onu lanetler ve vampire dönüştürür. 200 yıl bir tabut içerisinde hapsolan Barnabas'ın yapılan kazı çalışması sonucu tabuttan kurtulmasıyla hem şimdiki zamana ayak uydurmaya çalışacak hem de Collins hanesi üzerindeki laneti ortadan kaldırmaya çalışacaktır. "Ah aşk, sen nelere kadirsin be!" dedirten sahnelerle bezeli filmde, her oyuncu gerçekten payına düşenin en iyisini yapıyor ve karakterler hakkında öğrenmemiz gereken özellikleri kolaylıkla öğrenebiliyoruz. 

Tim Burton filmlerinde daha önce hiç dikkatimi çekmeyen bir durum oldu bu filmde, Müzik.. Evet, daha önceki filmlerinde de güzel müzikler yok değildi hani ama bu filmde bir başka.. Çalan şarkılar filmin atmosferini, hikayenin anlattığı 70'leri çok iyi bir şekilde yansıtıyor.. Toparlarsak; "harika, olağanüstü" sıfatı koyacak bir film beklentisi içinde olmadan sadece güzel vakit geçirmek için gidilmesi gereken eğlenceli, komik, seyir keyfi olan bir film Dark Shadows...

24 Haziran 2012 Pazar

Canistan


İlk kitabı Aylak Adam'ı okuduktan sonra 'Yusuf Atılgan ' ismi, tüm eserleri okunmalı dediğim yazarlar arasına girmişti. Yazılış sırasını bozup Anayurt Oteli yerine Canistan'dan başladım. "Çok az" yapıtı hayata geçirdiğini kabul eden Yusuf Atılgan'ın, yazarlık serüvenini tamamladığı son romanı Canistan...

Canistan'ın konusundan bahsedecek olursak; bir gece köydeki bir çete Tokuç Ali'nin evini basar. Ali, çetenin başındaki kişinin çocukluk arkadaşı-kardeşi- Selim olduğunu görünce rahatlar. Lakin bu rahatlama onun için hiç de hayırlı olmayacaktır. Kitap, Milli Mücadele yıllarında Manisa'nın çeşitli köylerinde yaşayan Selim'in Ali'den ne istediğini, onunla ne alıp veremediğini, bu yıllarda başından neler geçtiğini anlatıyor. 

Canistan isimi verilmeden önce adının "İşkence" olarak düşünüldüğü roman, "Duruşma", "Yargıç", " Tanık" ve "Sanık"  olmak üzere dört bölüm olarak tasarlanmış. Fakat "Sanık" bölümünü yazamadan yazar hayatını kaybetmiş. Bu yüzden kitapta olaylar bir sona bağlanmıyor gibi düşünebiliyor insan. Aslında bağlanıyor da bir şeyler eksik kalıyor işte. Her bir bölüm başka bir karakterin üzerinden ilerleyip, olaylar çözüldüğü için "Sanık" bölümünde olacaklar kitabı başka bir boyuta taşıyabilirdi, diye düşünüyorum. Bu yüzden biraz eksik olduğunu düşünüyorum.

Yusuf Atılgan, insan psikolojisini sivri bir dille romanlarına aktarabilen bir yazar. Bu yönünü bu romanda çok göstermemiş olsa da akıcı dili ve köy yaşantısını, orada yaşayan insanların hal hareketlerini anlaşılır betimlemeleriyle kendini gösteriyor. Toparlayacak olursak; beni çok tatmin etmemiş ama okumakla pişman etmemiş bir kitaptır Canistan sevgili okur..

16 Haziran 2012 Cumartesi

2 Film 1 Kitap--The Skin I Live In, Yeraltı ve Tatlı Rüyalar

Geri kaldığım dizileri indirip izlemesiydi, şehir değişikliğiydi derken bir de üstüne rahatsızlanınca on koca güne iki film ve bir kitap anca sığdırabildim...Neyse ki seçtiğim bu 2 film 1 kitap beni pişman etmedi.. Üçü de bomba, üçü de bendeniz meczuptan sizlere şiddetle tavsiyedir..

* Varan 1: The Skin I live In- İçinde Yaşadığım Deri
 Senaryo ve yönetmen koltuğundaki isim Pedro Almodovar..

Fransız polisiye yazarı Thierry Jonquet’in “Tarantula” isimli kitabından uyarlanan film, bir estetik cerrahının önce karısının daha sonra kızının intiharı sonucu aşırı sakin kalan ruh halinin aslında hiç de öyle olmadığını filmin sonlarına doğru "hadi canım oradan" dedirterek gösteriyor. Antonio Banderas'ın canlandırdığı estetik cerrah, evinin bodrumunda hazırladığı laboratuvarında özel bir deri yaratmaya başlıyor.. Buraya kadar pek bir sorun yok, bir doktor özel laboratuvarında kendisine özel bir çalışma yapıyor. Fakat bu hazırladığı özel deriyi nerede kullanacağı sorusu akıllara geldikçe, sorunda yavaş yavaş ortaya çıkıyor ve soruya "ah intikam sen nelere kadirsin, insanlara neler yaptırıyorsun" dedirtecek cinsten kapı gibi bir cevap alıyoruz.. Tüm bunların sonucunda, 2 saat boyunca yerinizde rahat oturtmayacak, gerilimini ince ince işleyen leziz bir film sizi ele geçirmiş oluyor.

   Film bu kadar etkileyici ise kitap nasıldır az çok tahmin edebiliyorum. İzlemeden önce okumak isterdim açıkçası.. İmkanınız varsa okuyun sonra izleyin ya da keyfiniz bilir ama izleyein, spoiler vermeden susmalı en iyisi.. Filmi izleyenler buraya bir göz atın derim...

* Varan 2: Yeraltı 
Senaryo ve yönetmen koltuğundaki isim Zeki Demirkubuz..

Nasıl bir film bu...Her bir sahneyi izledikçe sorgulamaya başlıyor, sorguladıkça ve izledikçe rahatsız olmaya başlıyorsunuz.. Muharrem'in psikolojisini, kendisiyle hesaplaşmasını, hissettiği ezikliği bir şekilde siz de hissediyorsunuz, siz de yaşıyorsunuz sanki. Genelleme yapmak yanlış...Çünkü bana bunları hissettiren sana ne hissettirir ya da bir şeyler hissettirir mi bilinmez ey sevgili okur...

Eski arkadaşlarının çıkacakları akşam yemeğine kendini zorla davet ettiren Muharrem'in, arkadaşlarının dengesiz davranışlarına, egolarını tatmin etme çabalarına, birbirlerine söyledikleri gereksiz iltifatlara daha fazla dayanamayacak, bir ya da birkaç yerde patlama-lar- yaşayacaktır.. Peki bu patlamalar nasıl olacak  ve nelere mal olacaktır? Yaşadığı her patlamadan, sonucunda yaşadığın ve hissettiğin her acıdan bir şekilde zevk almaya başlamışsan, her eve girişinde bir mucizenin olmasını isterken gece olduğunda hiçbir değişiklik olmadığı için durumdan memnun olmaya başlamışsan, "nelere mal olacaktır?" sorusunun cevabının artık hiçbir önemi yoktur.

Film, Dostoyevski'nin ”Yeraltından Notlar” adlı kitabından esinlenerek çekilmiş.. Filme kitabı okumadan, merakıma yenik düşüp gittim. Ama kitabını da mutlaka okuyacağım. Çünkü Zeki Demirkubuz bir röportajında kitapla birebir olmadığını, kitabın onda yaratıklarından yola çıkarak senaryoyu yazdığını söylemiş.. Kitaptan esinlenerek çekilen film buysa kitap nasıldır kim bilir...


* Varan 3: Tatlı Rüyalar
Yazar koltuğundaki isim Alper Canıgüz..

Yazarın ilk kitabı olan Tatlı Rüyalar-Psiko absürd,romantik,komedi-  akıcı dili ve bir sonraki cümleyi merak ettirecek cinsten anlatımıyla iki günde bitecek bir kitap. Olayların gidişatı, olmadık yerlerden olmadık karakterlerin çıkması, sayfaları çevirdikçe düğüm haline gelen olaylar ve bu düğümün nasıl çözüleceği merakı, her karakteri yıllardır tanıdığınız biriymiş gibi öğrenmenizi sağlayan betimlemeler vs vs... 

Zekice kurgulanmış bir serüvene dahil olmak isteyenler zaman kaybetmeden okuyun..Yazarın ilk kitabından bu denli keyif aldıysam sırasıyla Oğullar ve Rencide Ruhlar ve Gizli Ajans'ı bir an önce okumak gerek..

Kitabın girişinde bulunan gülümseten o yazı;
 "Zeki Müren'in Zeki Müren rolünde olduğu filmlerde canlandırdığı karakterlerin gerçek Zeki Müren'le ilgisi ne kadarsa, bu kitapta sözü edilen kişi ve olayların gerçekle ilgisi o kadardır".

10 Haziran 2012 Pazar

Bir fırtına tuttu bizi...


14.bölümüyle çıtasını bir hayli yükseltmiş olan (bkz:sayfa148,1480) Suskunlar ve dizinin şahsi fikrime göre en baba karakteri olan İbo'nun sesinden Bir Fırtına Tuttu Bizi.. Bu dizinin yeri çok ayrı, çok farklı...Bu dizi her yönüyle(çekim,senaryo,oyuncular..) çok iyi.. İlk önce dinleyin sonra da daha fazla vakit kaybetmeden izleyin...

7 Haziran 2012 Perşembe

Erken Kaybedenler


8 farklı hikaye...Hepsi birbirinden farklı, hepsi birbirinden etkileyici 8 farklı hayat...

Behzat Ç. dizisiyle tanınan Emrah Serbes'in ilk öykü kitabı olan Erken Kaybedenler, erkek karakterler üzerinden anlatılan içten bir kitap. Kitaba hakim olan dil ve üslup sayfaların sürekli çevrilmesine sebep olurken, anlatılan hikayelerin içtenliği ve hissettirdiği duygular biraz evvel çevrilen sayfaların günün birinde -çok geçmeden- tekrar okunacağının sinyalini veriyor.. 

Kitaptaki her hikaye, yaşları 8 ile 17 arasında değişen erkeklerin hayatlarındaki belli bir zamanı anlatıyor. Bahsettiğim bu belli bir zamanı kimisi anneannesiyle banka kuyruğunu beklerken kimisi de babasının isteği üzerine bir omuzunda tüp,diğer omuzunda damacana su taşıyarak geçiriyor. Ama işler öyle kuyruk beklemek ya da su taşımak kadar kolay olmuyor.. Kitabı okudukça bu karakterlerin iç dünyalarına giriyor, girdikçe o kuyruk beklemenin ne kadar önemli olduğunu, omuzda taşınan o suyun yükünün damacanın kendi ağırlığından daha ağır olduğunu ya da yanmayan bir lambanın içinizde yarattığı boşluğu anlayabiliyorsunuz.. Bu iki örnek sadece iki hikayeden alıntı, diğer altı hikayede daha neler var varın gerisini siz düşünün...

Yaş,cinsiyet ayırt etmeyen "hayat" gene oynamış oyunlarını,açmış yaralarını lakin bu yaralara rağmen ayakta durmaya, hayatlarına tutunmaya çalışmış bu küçük erkeklerin hikayesi Erken Kaybedenler... Belirtmeden geçmeyelim; evet kaybetmişler ama ayaktalar dedik.. Emrah Serbes, karakterlerin olaylara karşı dik duruşlarını ve çevresinde olan biten gelişmeleri öyle güzel betimliyor ki zaman zaman yüzünüze tebessüm hatta kocaman bir gülümseme yerleşiveriyor...

Elinize alıp okumaya başladığınız andan itibaren bir daha bırakmak istemeyeceğiniz hem güldüren hem de düşündüren-düşündürmesi gereken- leziz bir kitap.. Okuyun,okutturun..

"...vasıfsız keder..."

3 Haziran 2012 Pazar

Uzun Hikaye

Adı ve anlattıığı geniş zaman dilimiyle uzun, sayfa sayısıyla ise bir o kadar kısa olan Uzun Hikaye, Mustafa Kutlu'nun tür olarak yazdığı ilk uzun hikaye. Kitabı okumaya başladığınız andan itibaren yazar ,sizleri hiç sıkılmayacağınız, aksine keyifle devam edeceğiniz, son durağa geldiğinizde ise "Hayır..İnmek istemiyorum, devam edelim.." diyeceğiniz bir yol hikayesine çağırıyor...

Uzun hikaye, genel olarak bakıldığında bir baba ile oğlun düzene oturtamadıkları hayatlarında her ne olursa olsun çabalamaktan ve umut etmekten vazgeçmemelerini anlatmakta...Fakat tüm kitap bu baba ile oğul arasında geçmiyor.. Bir olay içerisinde geçen bir isimle beraber bambaşka hikayelere,bambaşka serüvenlere yol alıyorsunuz. Kitabın yazıldığı üslubun yalın,akıcı ve samimi oluşu sebebiyle bu bambaşka hikayelere alınan yoldan rahatsız olmak yerine zevk alıyorsunuz.. 

Kitabın aynı isimle beyazperdeye aktarılan uyarlaması 19 Ekim tarihinde başrollerini Kenan İmirzalıoğlu,Tuğçe Kazaz,Ushan Çakır gibi oyuncularla sinemaseverlerle buluşacak. Film kendi başına nasıl olur bilinmez; kitap uyarlamalarının çoğu kitabı okurken verdiği etkiyi yansıtamıyor. Bu yüzden gösterime girmeden önce ben derim ki okuyun... İçinizi ısıtacak bu hikayeden mahrum kalmayın..

1 Haziran 2012 Cuma

The Avengers

Kitaplarda fantastik dünyaya dalmayı, okudukça o dünya içerisinde kaybolmayı hep sevmişimdir. Hele ki bu maceralar konuşma baloncuklarıyla ilerlesin off, bayılırım..Elime her çizgi roman alışımda tuhaf bir heyecan yaşarım..İçerisinde ne tür maceralar olduğunu bilmemenin verdiği garip heyecanın yanı sıra saman kağıdı üzerine çizilen onca  resim beni acayip heyecanlandırır. Öyle cilt cilt çizgi romanım,koleksiyonum var anlaşılmasın sadece kendi çapında bir hayranlık bendeki.. Yalnız elime eski bir sayı geçtiyse,ne yapar eder alır,aldırırım orası ayrı..Allah'tan bulunduğum şehirde çizgi roman satan dükkan yok!

Çizgi roman deyince akla gelen ilk şirket Marvel Comics'tir... Bilindik kahramanlarını sıralayacak olursak; Spiderman(Örümcek Adam), Fantastic Four(Fantastik Dörtlü), Hulk (Yeşil Dev), Thor (Şimşek Tanrısı), Daredevil, X-men,Captain America...1963 yılında Avengers #1 adlı çizgi roman ile popüler süper kahramanları bir araya getiren Marvel Comics'in yaratıcısı Stan Lee ve Jack Kirby rakip çizgi roman firmalarına karşı büyük bir atağa geçmiş oldu. Çünkü Avengers #1 çizgi roman dünyasının en çok okunan ve merak edilen süper kahraman topluluğu oldu...Başka süper kahraman topluluğu olan Fantastik Dörtlü ve X-Men romanlarından farklı olan Avengers'teki kahramanların ayrı birer çizgi romanlarının daha olmasıydı. Yani bir kahraman hakkında bilgisi olmayan Avengers'ı okumakta zorlanabilirdi..İzlerken de aynı şekilde..

The Avengers'in beyazperdeye aktarıldığını duyduğum zaman "oley" dediğimi çok net hatırlıyorum. O yüzdendir ki sinemaya sadece dublajlı kopyası geldiği halde paşa paşa izlemeye gittim. Çünkü bu filmi sinemada izlemesem pişman olurdum...Dediğimiz gibi süper kahraman filmi...Bir adet kötü, birden fazla da iyi adamdan oluşan süper kahramanlar topluluğu.. Kötü çoğu kahraman filmlerinde olduğu gibi Dünya'ya hakim olmak ister, diğerleri de olmaması için onunla savaşır..

Gelelim süper kahramanlarımıza.. İlk çıkan Avengers #1'de Loki'yle savaşan kahramanlarımız; Hulk, Thor, Iron Man, Ant-Man ve Wasp idi. Filmde ise; Hulk, Iron Man, Thor, Captain America, Hawkeye ve Black Widow( nam-ı değer Kara Dul). Açalım..

*Hulk; Daha önce Bruce Banner'a hayat veren Eric Bana ve Edward Norton'dan sonra Mark Ruffalo'nun ismi beni hayli şaşırtmıştı..Çünkü üç isme bakıp,bu zamana kadar çektikleri filmlere bakınca Ruffalo biraz sönük kalıyordu. Ama şaşırmamın yersiz olduğunu izledikçe daha iyi anladım, o da diğer ikisi gibi rolün üstesinden gelmişti..Bruce, "Hulk" ve "The Incredible Hulk" filmlerinde gördüğümüzden biraz daha bilgili ve sakin. Ee o kadar olacak tabii sakin kalmak için adam neler çekti onca yıl.. Sonuç olarak Mark Ruffalo rolün hakkını vererek,güzel ve eğlenceli Yeşil Dev sahneleri sunuyor bizlere..

*Iron Man; Tony Stark... Filme gidiş sebebimin büyük bir kısmı...Robert Downey Jr.'ı seviyor,beğenerek izliyoruz orası ayrı...Ama Tony Stark apayrı.. "Önceki iki Iron Man filminde de rol alan Jr." bu filmde de rol alarak bizleri sevindiriyor. Jr.'dan başka kim kalkabilir bu rolün altından bilmiyorum,ondan başkası olsa bu kadar sevilir miydi zannetmiyorum. Tony, filmde diğer kahramanlardan bir kaç adım daha önde.. Önde olacak tabii, para,karizma,eğlence her şey onda mübarek.. Bu filmde daha bir dillenmiş, daha kıvrak cevaplar vermeye başlamış.. Verdiği her zeki cevapla film boyunca sizin gülümsemenizi sağlıyor...

*Thor; Onun hakkında konuşmaya gerek var mı bilemedim. Adam Tanrı en nihayetinde...Chris Hemsworth ile tanışmamız geç oldu lakin bundan sonra bolca izleme şansını elde edeceğimizi düşündüğüm bir oyuncu.. Tip ve oyunculuk yerinde olunca Hollywood'da sırtı yere gelmez..

*Captain America; Buz yığının içerisinden yıllar sonra kurtarılan Steve Rogers, kız arkadaşının yokluğu ve aradan geçen yılların verdiği bunalım yüzünden kabuğuna çekilmiştir. Ama ülke kurtarılması gerekiyorsa "görev beklemez" bilinciyle Steve tüm dertlerini unutur ve yeniden Kaptan Amerika oluverir..Ne olduysa bu "bilinç" aşkından oldu ya..Hikayesinin anlatıldığı kendi filmi "Captain America: The First Avenger" eh denilecek cinstendi. Bu filmde de diğer kahramanlara nazaran daha bir geride kalıyor. Kalarak da iyi ediyor..

*Hawkeye ve Black Widow; Herhangi bir süper güce sahip olmayan,aldıkları eğitim sayesinde biri usta bir dövüşçü diğeri ise profesyonel okçu olan iki yakın arkadaş. Hawkeye çizgi romanlarında Iron Man'e özenerek gösterişli kostümlerle gezinmeye başlar. Bunu filme aktarmak istememişler, iyi de olmuş. Jeremy Renner'ı kostümlü görmek ne kadar iyi olabilirdi ki..Black Widow karakterini canlandıran Scarlett Johansson aynı rolle daha önce Iron Man 2 filminde de yer almıştı. Bu filmde biraz daha ön plana çıkıyor; ve daha fazla dövüş sahnesinde ve yakın plan yüz çekimiyle kendisini izleme şansı elde ediyoruz.. 

*Loki; Geldik filmin kötü adamına.. Thor'un üvey kardeşi-kötülük tanrısı- Loki... "Thor" filminde kendisiyle tanıştığımız,abisini çekemeyen kıskanç bir tanrı..Şekil değiştirme özelliğine sahip Loki'yi canlandıran Tom Hiddleston'un oyunculuğunu beğeniyorum..Kötü bir karakteri canlandırmanın üstesinden gelebiliyor..Daha çok izlemek dileğiyle..

Başta söylediğim gibi Avengers grubundaki kahramanların geçmişini bilmeden okumak veya izlemek sorun yaratabilirdi. Fakat The Avengers'da böyle bir durum söz konusu değil. Hikayenin senaryo haline dönüşmesi çok başarılı olmuş. Yani eğer ki hiçbir kahramanlarla ile ilgili hiçbir bilginiz yoksa bile filmden kopmanız mümkün değil. Yönetmen koltuğundaki isim Joss Whedon, Buffy: The Vampire Slayer ve Angel gibi zamanının en çok izlenilen uzun soluklu dizilerinin yaratıcısı..Dizilerden sonra ilk film çalışması Serenity(güzel filmdir,bu türü sevenlere tavsiyedir.) ile film dünyasına başarılı bir adım atmış, The Avengers ile bu yolu geç de olsa taçlandırmıştır.. Sonuç; kafanızı acayip dağıtan fantastik bir maceranın yanında eğlenceli diyalogların da bulunduğu 143 dakikalık güzel bir film sizleri bekliyor..

Not; Giriş jeneriğinde kocaman kırmızı "Marvel" etiketi gördüğünüz çoğu filmde yazar Stan Lee'yi bir karede mutlaka göreceksiniz..Bu bilgiyi öğrendikten sonra izlediğim her çizgi roman uyarlaması filmde Lee'yi olur olmaz yerlerde görmeye başladım..Buraya bakarak ne dediğimi anlayabilirsiniz..

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...