Neyse gelgelelim. "Şahane" birinci sezon, "eh işte" ikinci sezon
derken üçüncü sezona geldi dizi. 1. Leyla'yı öldürme durumu olmasa bu dizinin
çıtası çok daha farklı yerlere yükselecekti bu aşikâr. Lakin olmuş ile ölmüşe
çare yok. Batırdılar mı hayır! Ama 2.sezonun sonlarına doğru ne demeli
bilmiyorum ama bir şekilde dizinin eski büyüsü kaybolmaya başlamıştı. Tabii ki bana göre. 3. sezona gene yeni isimler eklendi, değişim rüzgarlarıyla birlikte "bakalım bu sefer nasıl olacak? eski tadı almaya başlayacak mıyız artık? sorularını sordurmaya başlamıştı.. Güzel başladı sezon,
birinci sezonun tadını hafiften almaya başlamıştım lakin hala bir şeyler eksik gibiydi. Çünkü Leyla
ile Mecnun sadece bir komedi dizisi değildi. Sadece bizi güldürmek için oynamıyorlardı. Sadece Leyla’sına aşık Mecnun izlemiyorduk ki sonuçta. Bu ne
aşkı arayan bir dram dizisiydi ne de saçmalıklar üzerine kurulmuş bir komedi dizisi. Yaratıcılık. Evet, bu dizi için kullanılması gereken sıfatlardan biri belki de.
Bu yaratıcılığın içine “hayat”ı sokabilmek.. Bu yaratıcılığın içine “gerçeği”
koyabilmek.. Bu yaratıcılıkla birlikte “ajitasyon” yapmadan can yakabilmek. Tüm
bunları yapabiliyordu işte Leyla ile Mecnun.. Evet gülüyorduk ama bundan da
fazlaydı işte. O yüzdendir ki 1.sezondaki tadı istiyordum gene.
Ama ümidim pek kalmamıştı artık. Ta ki 72. bölüme kadar. Son iki sezonun en iyi
sayılabilecek bir bölümüydü belki de. Güldürdü mü evet, yarıldım ( uppss kaba bir tabir!
) bir kısmında. Cız etti mi lanet olsun
ki evet. "İşte bunu istiyor, bunu bekliyordum Burak Aksak" dedim içimden. Birkaç
bölümdür kıyamadığım için izlediğim diziye Hoşgeldin dedim yine. Belki de erken
davranıyorum, diğer bölümler gene eskisi gibi olmayacak ama olsun. Bunu
görmek sevindirdi beni bir kere. Bana bunları yazmaya teşvik etti ya daha ne olsun ki..
Kaldı ki Hoşgeldin dedim ama bu sezon Hoşçakal da demeliyim. Her şeyi tadında
bırakmalı. Her şeyi.. Damakta kalmalı o tat. Canımız çektiğinde damağımızı
yoklayıp tatmin olmalıyız. Her şeyi hızlı tüketmemeliyiz. Kanırta
kanırta, yavaş yavaş.. Acıyı nasıl yaşıyorsak.. Heh aynen öyle işte..
Hoşgeldin Kadınım der gibi, Hoşgeldin Leyla İle Mecnun.. Lütfen
çok geç kalmadan da git lütfen.. Zamanı geldiğinde git, git ki yeri geldiğinde
seni özleyebileyim..
"Her şeyin ama her şeyin bir zamanı var.Unutmanın da
unutulmanın da.. Yaranın kanaması gereken belli bir zaman var kapanmasın
gereken de.. Hayatta her lanet olayın olgunun ya da her neyse o haltın her
şeyin bir zamanı var. Bu zaman ya çabuk geçecektir ya da hiç geçmeyecektir.”
Zamana bırak, gerisi gelecektir inan.” Ne kadar da yanlış bir cümle
gibi geliyor biliyor musun? Zaman hiçbir
şeyi düzeltmez.. Sadece her şeyin üzerini kapatır. Her geçen gün birer örtü
gibi üzerini örter. Her neyi kapatmak istiyorsan. Ama gene o lanet zaman bir
gün çalar kapını. İşte o zaman örttüğün her bir örtü fırtınaya tutulmuşcasına uçuşur aynı anda. Bir bakmışın ki yara olduğu yerde, aynı haliyle durmakta.
Kabuk bile bağlamamış. Sadece "zamanını" bekliyormuş tekrar kanamak
için.. Al işte kanıyor gene. Ee şimdi hangi cümle kurtaracaktır seni. “Zamana
bırak her şey unutulur” da olmadı. Ne demeli peki şimdi? Bence artık
bırakmalı. Sadece artık ne halt yiyorsan ye kardeşim demeli.. Aslında zaman koy verme zamanı.. O yüzden koy
ver gitsin genç..”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder