11 Ekim 2012 Perşembe

Yabancı

İnsan... Canlı grubundaki bitki ve hayvanlardan "düşünebilme yetisine sahip olma" özelliğinden dolayı ayrı tutulan tür, insan.. Düşünceleri ve yargılarıyla kendi türüne saniyelik ama kalıcı hasarlar verebilen mahluk, insan..  Nankördür insan evladı. Önyargılıdır, ilk önce "ben" diyendir, vicdana sahip fakat onu kullanmamayı seçendir, söz konusu kurtarılacak kendi g***yse anasını bile görmeyendir.. Sanırım insan isminin önüne yapıştırılacak çokça sıfat var. Bu sıfatların sayısı yaşanmışlıklarla doğru orantılı ilerler. Ne kadar çok yaşamış, ne kadar çok kazık yemiş, ne kadar çok nefes tanımış isen o kadar çok sıfat koyabilirsin "insan"ın önüne.

Albert Camus bir hayli kişi tanımış, birkaç kazık yemiş. Çokça sıfat koymuş "insan"ın önüne, hem de anlamca ağır sıfatlar.. Bu sıfatlı insanlar hikayelerine kahraman, kahramanlar olmuş.  Evet okurken safça " vay be ne yazmış, nasıl kaleme almış bu karakteri, nasıl da oluşturmuş bütün bu özellikleri " diyebiliyoruz. Lakin hakkındaki gerçekleri öğrenince safça kurduğun soruların cevapları tek tek alıyor yerlerini.. Bu adam yaşamış, görmüş, geçirmiş de yazmış. Hikayelerde lanet okuduğun karakterlerle o gerçek hayatında baş etmeye çalışmış, kimisini yenmiş kimisine de yenik düşmüş diyorsun. Üzülüyorsun ama kendini şanslı hissediyorsun. Değil mi? Peki gerçekten şanslı mısın? Çok mu mutlusun gerçekten? Hiç mi yok sana zarar veren, hiç olmadı mı yoksa? Canını yakan, kafanı yastığa koyduğunda o yastığın ıslanmasına sebep olan hiç mi bişey yaşamadın? Öyleyse ne mutlu sana.. Senin için bir de ben mutlu oldum.. Ama sana bişey söylemem gerek; senin için mutlu oldum evet ama sen bu kitabı okuma! Neden mi?  Çünkü hayatı günlük güneşlik, her doğan güneşe şükreden, insanları, güneşi, ayı, çiçeği, böceği seven, gözünü yeni bir güne açtığı zaman etrafında kelebekler uçuşmaya başlayan bir insan hiç bişey anlamaz bu kitaptan. Kitap onda hiçbir iz bırakmaz. Yalnız şöyle bir gerçek var ki; canın hiç yanmamış, yakılmamışsa da az sabret! Bir iki seneye kadar sana da çelme atanlar olacak, uyandığında o uçuşan kelebekler teker teker ölecek işte o zaman okursan tadına varırsın bu kitabın. O zaman anlarsın insanların içlerinde nasıl saf kötülük beslediğini. İşlerine geldiğinde ise o kötülüğü kusursuzca nasıl sergilediklerini. O zaman geldiğinde " senden ya da ondan hiç beklemezdim, bunu ummazdım.." cümlesini kurarsın. İşte bu cümleden sonra sen artık yeni bir sen olmuşsundur. Yeni bir sen olmak zorunda kalmışsındır. Bu kitabı işte şimdi oku.. Oku da insanlara olan bakış açın şaşkınlık yaratacak boyuta gelsin. Oradaki karakterlerin sadece o hikayelerden ibaret olmadığını anla, bil. Okuduğun kahramanların hepsi var bu dünyada. Okudukça, tanık oldukça anlarsın.. Hepiniz mi aynısınız be, hepiniz mi böylesiniz yoksa? diye sorgulamaya başlarsın..

Sabahattin Ali, Yusuf Atılgan.. Bu iki isim insan tasviri üzerine harikalar yaratmıştır. İnsan ve psikolojisi hakkında enfes betimlemeler yapmışlardır. Hem de 30, 40 sene önce.. Bu isimler okunmalı, bilinmeli.. Son zamanlarda popüler oldu diye "Kürk Mantolu Madonna" kitabı sevilmemeli. "Ay bir klasiktir o kitap yea" gibi cümleler kurulmamalı.. O zaman neysek şimdi de öyleyiz. İlerlemek mi, gülünç.. Aksine ne denli geri gittiğimiz aşikar.. Camus'un da bu kitabı 1942 yılında yayınlandığını da işin içine katalım. Toplayıp, çıkaralım.. Elde gene bişey yok. Senin için sonuç nasıl çıkar bilmiyorum ama benim için sonuç aynı.. Ben gene insanları sevemiyorum, gene içlerinde barındırdıkları kötülüğün büyüklüğünden, ulaşabilecekleri vicdansızlık sınırından korkuyorum.. Buna rağmen yine de seviyorum, güveniyorum ya da en azından çalışıyorum.. Ne de büyük ironi.. "Aslında, insanların eninde sonunda alışamayacağı hiçbir düşünce yoktur.."(Yabancı,A.Camus)  Ondandır ya sabrediyoruz böyle, ondandır ya akrep ile yelkovanın anlık kıpırdanmalarını dahi inceler hale gelmişiz.. Zamana bırak, geçecek.. ***********

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...