28 Eylül 2012 Cuma

Tol

                                             

Murat Uyurkulak etiketli "Bir intikam romanı Tol".. Afili Filintalar grubuna mensup insan Murat Uyurkulak, pek tanınan ve okunan bir isim değil. İlk defa duyanlar bile vardır belki şu anda aramızda. Olsun geç olsun, güç olmasın sevgili okur..

"t, o ve l" bölümlerinden oluşan kitap başta da dediğim gibi bir intikam kitabı. Yıllar yıllar süren, ince ince işlenmiş bir intikam öyküsü. Yıllar sürdüğü içindir ki çok fazla insan gelip geçiyor kitaptan. Beş sayfa birilerini tanıyor, her türlü ayrıntısını öğreniyorsunuz lakin bir daha onlardan ses çıkmıyor, merak ediyorsunuz.. Çok sonraları öğreniyorsunuz akıbetleri ne olmuş diye. Belki de kitabın tek eksik yönü bu. Çok fazla karakterin bulunması ve onlarla ilgili biraz fazla ayrıntı verilmesi. Gerçi onlar olmadan da nasıl anlatılabilirdi pek bilemiyorum. Ayrıntıya bu kadar yer verilmeseydi belki.

Devrim zamanında geçiyor kitap.. Devrim zamanı, birçok yönden darbeler yiyen hayatları, bu hayatların düzken ters oluşunu anlatıyor.. "Devrim vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi" diye başlıyor kitaba Uyurkulak.. İlk beş, altı sayfada yer alan gözlemler kitabın genelinde neyle karşılaşacağınıza dair adeta ışık yakıyor. Yapılan betimlemeler, gözlemler, gerçekler çok güzel işlenmiş ve yazılmış. Eğer ki ilk sayfalarını okuyup kitabın geneliyle ilgili yorum yapma huyunuz varsa, bu kitap tam sizlik. Kitabın ilk yirmi sayfasını okuyup ısınmaz, dilini beğenmez iseniz benden size tavsiye bu kitabı hemen bırakın, okumayın.Çünkü kitabın ilerisinde karşılaşacağınız dille, kurguyla ilk sayfalardan muhatap oluyorsunuz, İlerledikçe ah dili bozuldu çok argo ya da ne de iç karartıcı gibi yorumlar yapmayın. Okuyup, hiç beğenmedim diye etiketlemeyin. Dili samimi. Sanat uğruna kasılmadan yazılmış. "Sokak ağzı" dediğimiz tabirle, ne düşünürler kaygısı olamadan. İçten çünkü 4 sene uğraşmış, araştırmış okuduğunuz her mekana gitmiş, görmüş de yazmış.

Diyarbakır'a doğru giden bir tren ve bu trende yolculuk eden bir şair ve hayatını çoktan sonlandırmış ama hala zorunlu nefes alan Yusuf. Sadece ikisinin yolculuğuna tanıklık edecekmişiz gibi görünüyor baştan. Lakin ilerleyen sayfalarda işler değişiyor, allanıp budaklanıyor. Yusuf ile şair sürekli ama sürekli içiyorlar. Yemiyorlar, içiyorlar. Şair’ in ceketi yazarında dediği gibi adeta bir tekel bayisi, çıkartıyor da çıkartıyor. Kafalar güzel oldukça da haliyle olaylar boyut değiştiriyor. Geçmiş su yüzeyine çıkıyor.. Ceketi tekel bayisi dedik ama içinde içkiden daha önemli birkaç tomar kağıt çıkartıyor şair. Atıyor Yusuf'un önüne kağıtları, oku diyor oku da öğren.. İşte kitap, hem Yusuf'un anlattıklarını hem de okuduklarını bizlere aktarıyor. Hem Yusuf öğreniyor geçmişini hem de biz..

İlk romanı olmasına rağmen, şahsımca başarılı bulduğum Murat Uyurkulak gözümde "takip edilesi yazarlar" listesine girmiş bulunmakta. Har ve Bazuka adlı iki kitabı daha olan yazarı takip edin derim. Sözünü sakınmayan, çat çat konuşan pek kimse yok bu aralar lakin bu adam işte böyle.. Afili Filintalardaki yazılarını okusanız da bu kanıya varabilirsiniz. Bu linkteki röportaj okumaya değer..

11 Eylül 2012 Salı

También la Lluvia


2010 yapımı Even The RainChristopher Columbus hakkında film çekmek için Bolivia' ya gelen film ekibinin başından geçenleri anlatıyor kabaca. Filmin senarist/ yönetmeni Sebastian ile ona her konuda yardımı sağlayan sağ kolu/ arkadaşı Costa üzerinden aktarılan film, itiraf etmeliyim ki belli bir süreye kadar gayet sıkıcı ilerliyor. Biraz daha devam etseydi bırakırdım zaten izlemeyi de Tosar' ın filmi olunca dedim ki "az sabret".. Öyle böyle bitirdim filmi, pişman da etmedi..

Üzerinde çok çalıştığı senaryosunun hayata geçmesini isteyen heyecanlı ama pısırık yönetmen Sebastian rolünde Amores Perros filminde izlediğim (bu filmi izlemeyenlere şiddetle tavsiyedir) Gael Garcia Bernal görüyoruz. Başrol gibi gözükse de çok aktif oyunculuk gerektirecek role sahip olduğunu söyleyenemez. Gelelim Sebastian' ın arkadaşı, senaryonun oluşum aşamasından beri işin içinde olan, filmi en iyi koşullarda lakin ucuza getirecek şekilde çekmeye çalışan, ikilinin cesaretli olanı, en önemlisi vicdanını dinleyen sağ kol rolünde ise Luis Tosar' ı izliyoruz. Başta da dedim Tosar' ın filmi olunca sabrettim diye. İlk Celda 211 de izlemiştim kendisini. Daha öncesinde adını bile duymadığım bir adam, İspanyol sinemasından bildiğimiz Javier Bardem' den başka tanınan zaten pek yok. İşte, Javier de iyi de bu adamı da bilin! Oynuyor hani.. İçten, samimi, sırıtmadan, argoca yardırıyor.. Daha sonra Los Lunes Al Sol ve Te Doy Mis Ojos filmlerinde izledim. Üç filmle hakkında karar verilir mi verilmez mi onun hesabına girmeyelim, gerek de yok zaten çünkü  ben verdim kararımı. Bu adam iyi oynuyor, izlettiriyor, etkiliyor. Saydığım üç filmini de izlememiş olanlar izlesinler derim. Hele ki Celda 211' i izlemeyen varsa artık! bilmiyorum...

Costa, figüran olarak çevredeki yerel halkı kullanarak işi ucuza getirmeye çalışır. Bunda başlarda hiçbir sorun yoktur. Lakin yerel halkın başındaki "su" derdi gittikçe büyür, halk ayaklanır. Çekilecek filmin kilit sahnesi için gerekli oyuncu ayaklanmanın baş adamı olunca, Sebastian ve Costa sıkışır. İkilinin bir karar vermesini gerektiren bu durum, vicdan muhakemesini kimin, hangi yönde yaptığını görmemizi sağlar. 

Mekan, müzik, çekimler, oyunculuklar iyi; senaryo eh işte. Aslında senaryo da iyi lakin önem verilecek bölümün tam olarak neresi olacağına karar verilmemiş gibi. "Su" problemi mi yoksa film çekilmesinde yaşanan engeller mi? Tosar' ın izlediğim en zayıf filmi.. Yukarıda saydığım filmlerden izlemediğiniz varsa onlardan seçin, sonra buna şans verin derim. Pek puan verme meraklısı değilim yalnız bu film için "ne iyi ne kötü" durumunu anlatmak için 7,5 verdiğimi iletmek isterim sevgili okur... 

9 Eylül 2012 Pazar

Total Recall


İstediğiniz hayatı dakikalarla sınırlı olsa dahi yaşamak ister miydiniz? İstediğiniz eve, eşe, mesleğe, fanteziye yani aklınıza ne geliyorsa onu elde etmek, istediğiniz kişi olabilme şansınız olsaydı denemek istemez miydiniz?  Öyle bir imkanın olmasını bilmek bile ilgi uyandırıyor insanda. Douglas bu imkana ve şansa sahip birisiydi. Sadece şansını denemek istedi. Hayatının sıradanlığına daha fazla dayanamayan ve içini kemiren merak duygusuna daha fazla hükmedemedi. Hayallerine ulaşmasına saniyeler kala olanlar olur ve isteğine kavuşur. Artık hayatı hiç de sıradan değilidir..

"We Can Remember It For You Wholesale" adlı kısa öyküden yola çıkarak senaryo haline getirilen film, ilk olarak 1990 yılında aynı isimle beyazperdeye uyarlanmış. O filmde Terminatör baba Arnold Schwarzenegger (Evet, soyadını kopyala-yapıştır yaptım.) tarafından canlandırılan Douglas karakteri, yeni uyarlamada Colin Farrell tarafından canlandırılıyor. 1990 yılındaki yapımı izlemedim o yüzden bir kıyaslama yoluna gidemeyeceğim. Filmin diğer oyuncuları Jessica Biel ve güzelliğine ayrı bir hayran olduğum Kate Beckinsale. Daha önce farklı filmlerde izlediğimiz bu isimlerden boyut atlatıp olağan dışı, hayran bırakacak oyunculuklar beklememiz bir hayli salaklık olurdu zaten. Colin Farrell' ı da bir sevemedim. Oynuyor adam ona diyecek laf yok da işte, neyse.. Underworld serisiyle adından söz ettiren Len Wiseman 'ın (Kate' in kocası olur kendileri.) yönettiği film, ilk filmden biraz çürük olacak ki IMDb' den 6,3 Metacritic' ten 43 almış. İlk filmin puanları ise şöyle; IMDb - 7,5 Metacritic - 57. İki film için de puanlara bakarak iyi bir şeyler söylenemez kaldı ki oylama yapan kişi sayısı da önemli lakin Arnold amcanın oynadığı film biraz daha önde kapatacak gibi. Film, yukarıda bahsettiğim Douglas karakterinin Rekall adlı hayal dünyasına yolculuk yapmayı sağlayan makineye girme isteğiyle başlar. Hayatı olarak bildiği tüm gerçeklerin aslında var olmadığını öğrenir. Tüm doğrularının yanlış olduğunu öğrenmesiyle alt üst olan hayatını tekrar çözmeye ve kim olduğunu öğrenmeye başlıyor Douglas.

Film bol aksiyonlu olduğundan zaman nasıl geçiyor anlamıyorsunuz. Bir kavga bitmeden diğeri başlıyor, oradan oraya koşuşturma derken geçiyor zaman. Temposu yüksek yani filmin. Oyunculukların hiçbir artısı yok. Senaryo eh işte. Eksik kalan birçok yer var. Mekan seçimleri ve efektler yerinde. Atıştırmalık bir film sadece. 6'nın( 5,5'tan) üstüne çıkamaz, çıkmamalı.. Yazarken 6' nın çok olduğuna karar verdim hatta.

3 Eylül 2012 Pazartesi

Meczup'un Kadrajından Antalya'nın Sokak Heykelleri

Duvar yazılarıyla başlayan fotoğraf serüvenim heykellerle devam ediyor sevgili okur.. Kum heykellerden bahsettik, şimdi de sıra sokak heykellerine geldi... Heykeller için mekan olarak belli semtlerin işlek caddeleri seçilmiş. Geri kalan caddelere de iki üç tane serpiştirilmiş. Kimi fotoğrafların uzak olmasının sebebi de odur. Otobüs içindeyken çekmeye çalışınca haliyle biraz zor oldu. Seyir halinde olayım ya da olmayayım; misket oynayan çocuklardan telefonla konuşan Yunanlıya, ağzında portakal tutan dev kadından ziyafet çeken kurbağa topluluğuna kadar geniş bir yelpaze sunmuş Antalya Belediyesi...




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...