29 Temmuz 2012 Pazar

The Dark Knight Rises


Uzun ve sancılı bir bekleyiş içerisinde nişanlısının askerden gelmesini bekleyen kızlar gibi şafak saydığım, bir tane teaserını dahi izlemediğim, beklentilerimin tavana dahi sığmayacak hale geldiği, biletimi elime aldığım anda hayatında en çok istediği oyuncuğa kavuşan bir çocuğun heyecanıyla eşdeğer bir heyecan ile salona girip, yerime oturduğum ve gerçek dünyadan 3 saat yok olduğum, bundan sonra kesinlikle " efsane" olarak adlandırılması gereken filmden öte film The Dark Knight Rises...

Cumartesi gününe tüm sinema blogları döşer Batman postu diyordum. Ama gösterime girdiği gün gitme şansına hepsi ulaşamamış olacak ki sadece üç tanecik okuyabildim. Bu üç blog sahibinin ikisi hiç beğenmemiş filmi. Hatta "üçlemenin en kötü filmi" olduğunu bile söylemiş. Şaşkınlıkla hatta ufak çaplı sert itirazlarla okudum hepsini. Bu film nasıl beğenilmez, nasıl içlerine sinmez ve en kötü film seçilebilir aklım, mantığım almıyor. Ee tamam, zevkler ve renkler tartışılamaz meselesi var bundan haberdarım. Ama bir sınır vardır; o sınırda zevk de renk de değişemez insanlara göre..Nettir..Aynı olmalıdır.. Siyah ya da beyazdır. Bu film işte öyle... Net, siyah... Beğenmemişler, çünkü mantıklarına oturtamadıkları durumlar varmış, beğenmemişler "kötü adam" diğer filmlerde daha iyi yansıtılmış vs vs vs...

Fantastik bir dünya burası.. Ne gerek var o kadar ayrıntıyı düşünüp, filmin içine sıçmaya. Ne gerek var o niye böyle yaptı, bu neden bunu dedi diye bu kadar çok detayı sorgulamaya. Bırakın hepsini, her şeyi.. Filmin yönetmeni Christopher Nolan... Bu ismi duyarak, bu adamın elleriyle yoğurduğunu bilerek bir filme gidiyorsunuz siz.. Filmin başladığı andan itibaren koltuğa kenetlenmemizi sağlayan bir film çıkartmış adam, daha ne yapsın...

Senaryonun "büyük sona" yakışan biçimde şekillendiğinden tutun da oyunculukların hayranlıkla izlettiğine kadar, çekimlerin ve efektlerin kolunuzu,bacağınızı nereye koyacağınızı şaşırtacak şekilde olduğundan ve müziklerin muhteşemliğinden bahsedecek değilim.. Gidin... Hemen gidin... 1, 2, 3 kere gidin. Sıkmaz, sıkamaz.. Böyle bir şöleni kaçırmayın.. "Son"a çok yakışan bir film olmuş.. 

10 numara, beş yıldız, 100 puan, kuyruklu aferinli beş yıldız.. 

Resimlerle hafızamda kalacaklar;
Hemen temin edilesi ve günlerce dinlenesi  albüm

Takdir edilesi ve eli öpülesi insan evladı

Bu Bat-Pod'un üstünde sen varken ayrı bir
güzel gözüküyor be..


Yok böyle bir araç, alet neyse artık..













No one cared who i was, until i put on the mask.
Takdir edilesi "kötü" adam 
Senin yerin çok ayrı!





Sen oyna, ben hep izlerim.

Yaşlan be adam..

Güzel..




Bittin he sen şimdi :(

26 Temmuz 2012 Perşembe

Alternatif The Fall Posterleri

The Fall postunu hazırlarken karşıma o kadar değişik posterler çıktı ki, hangisini posta koymalı bilemedim. O yüzden posta, gösterime girdiği posteri koydum ama bunları da sizlerden mahrum etmek istemedim. Buyrun bakalım...






















25 Temmuz 2012 Çarşamba

The Fall


Kariyerine müzik ve reklam videoları çekerek başlayan Tarsem Singh, ilk filmi The Cell'den sonraki altı yıllık sessizliğini The Fall ile bozuyor. R.E.M'in efsane şarkısı Losing My Religion' ın klibi ve çıktığı zaman hayli ses getiren Beyonce, Pink, Britney Spears gibi ünlü isimlerin oynadığı Pepsi reklamı ile dikkatleri çeken Tarsem, The Fall filmiyle ismini takip edeceğim yönetmenler arasına gireceğinin sinyallerini veriyor. 

 Şirin mi şirin dizi Pushing Daisies ile tanınan Lee Pace ile doğallığına hayran kaldığım ufaklık Catinca Untaru'nun başrollerini paylaştığı film sizlere, ilkokulda kullandığınız 12'li sulu boyalardaki tüm renklerin hepsni barındıran, bu zamana kadar izlediğiniz hiçbir filmde bir arada göremeyeceğiniz mekanların olduğu masalımsı bir dünya sunuyor. Afişe bir bakın; sadece bir afişte bile bu kadar renk varken varın siz düşünün filmin nasıl bir görsel şölen olduğunu..

Film, dublör olarak çalıştığı filmdeki jöne kız arkadaşını kaptıran ve çekim esnasında sakatlanan Roy ve ailesiyle birlikte yaşadığı çatışma sırasında kolu kırılan göçmen kız Alexandria'nın tanışmasıyla başlar. Tanışma faslından sonra Roy, Alexandria'ya bir masal anlatmaya başlar. İşte burada filmin gerçekliğinden çıkıp Alexandria'nın hayal gücünün yarattığı masal dünyasına geçiş yaparız. Fakat belli bir zaman sonra masal ile gerçek adeta  iç içe girer ve masal içinde masal izlemeye başlar hale geliriz. 


Film 4 senede, 18 farklı ülkede, 26 farklı mekanda hiçbir özel efekt kullanılmadan çekilmiş. Yani filmde ne görürseniz gerçek... Burada da kare kare nerede çekim yapılmış göstermişler, Kostüm ve makyaj göz alıyor. Oyunculuklar desen keza öyle.. Rumen uyruklu Catinca'yı ileride bir çok filmde görmeye başlayacağımıza şüphem yok.

Sinema tarihinde, hem böyle bir görsel şölen sunan hem de senaryosu ve kurgusuyla tatmin eden bir yapıt bulmak zordur. David Fincher ve Spike Jonze ikilisinin filme garanti verdiği ve gösterime gireli 6 sene olmuş bu şaheseri daha fazla vakit kaybetmeden izleyin..

24 Temmuz 2012 Salı

El Secreto de Sus Ojos


2010 yılı En İyi Yabancı Film dalında Oscar'a , IMDb Top 250 listesinde 156. sıraya sahip hayranlıkla izlediğim, biten çayımı doldurmak için bile durdurmaya kıyamadığım enfes film,  The Secret In Their Eyes...

Çok pişmanım bu filmi bu kadar zaman ertelediğim için, pişmanım aradan iki koca yıl geçtikten sonra Irene'yi, Benjamin'i ve Pablo'yu bu kadar zaman sonra tanıdığım için. Ama biliyorum ki yayınlandığı zaman izleseydim, bugünkü etkiyi yaratmayacaktı bende. Biliyorum ki o zamanki kafayla izleseydim sadece beğenip geçecektim. O zaman izleseydim içimde bir yerlerde iz bırakmayacaktı. 

Herkesin sırları vardır.. Herkesin...Küçücük bir çocuğun da ölüm döşeğindeki bir ihtiyarın da...Bu sırların açığa çıkması ve çıkartılması gereken zamanlar vardır. Bu zamanı yakaladın mı işin kolay. Ama kaçırdıysan ve  bunun farkına varmışsan durum fena. 1974 yılında başlayan ve 1999 yılına kadar süregelen bir tecavüz-cinayet olayının çözülmesi, bu olayı çözmede görevli Benjamin ile müdürü Irene arasındaki dile gelmemiş aşk, Benjamin'in ortağı Pablo ile arasındaki iletişim, ölen eşinin yasıyla ne yapacağını şaşıran Morales.. Muhteşem bir senaryo, etkileyici kurgunun vermiş olduğu takip edilmesi acayip zevk veren diyaloglar, güzelim diyalogların kahramanların gerçekçi oyunculukları, aradan geçen zamanı altyazı ile belirtmeye gerek kalmayan makyajlar, mekanlar, çekim.. Her şeyiyle izlenmesi gereken, aldığı tüm ödülleri anasının ak sütü gibi helal olan bir film Gözlerindeki Sır..

Benjamin ile Irene arasındaki dile gelmemiş aşkı görüyoruz gözlerde, Morales'in acısı ve intikamını görüyoruz. Kötü adamın kim olduğunu anlayabiliyoruz gözlerde, Pablo'nun patronuna (arkadaşına) olan sadakatini görüyoruz. Açıklanmayan sırların pişmanlığını, ağızdan çıkacak iki kelimenin sadece gözlerde kalabildiğini görüyoruz. Ne gözlerimizin söylediği gerçeklerden ne de asıl tutkularımızdan kaçabiliyoruz. Gözlerin kalbin aynası olduğunu unutabiliyoruz...

Evet, her şeyin bir zamanı var.. Bu filmi ertelemem benim için olumlu oldu. Evet bu filmi şimdi izlemem bende yarattığı etkiyi derinleştirdi.. Ama bu her zaman geçerli olmaz.. Lanet kader hiçbir zaman bu kadar iyi yönde ilerlemez. Hayat asla bu kadar olumlu sonuçlar sunmaz. Meczuptan sen sevgili okura küçük bir tavsiye; Yarını görememe ihtimalini aklından çıkarma ve erteleme.. Hey, "Carpe diem" saçmalığından bahsetmiyorum yanlış anlaşılmasın!

Bu filmi izleyin, izlettirin, bu filmi bilin...10 puan, 100 puan, beş yıldız, kuyruklu beş yıldız nasıl değerlendiriyorsanız işte, onların hepsini veriyorum...

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Leyleklerin Uçuşu



Jean-Christophe Grange'nin yayımladığı ilk romanı Leyleklerin Uçuşu..

Okuyacağım kitapları alırken belirlediğim belli bir tür yoktur. Elimden bırakamayacağım, sürükleyici, sıkmadan ilerleyen gibi özellikleri barındırsın bana yeter.. Lakin şu kişisel gelişim, pozitif düşünce, "düşündüm, başardım!" zırvalığından ibaret kitaplara hiç ama hiç tahammülüm yok. Okuyamam, okumam.

Şu zamana kadar polisiye, cinayet, gerilim türünde okuduğum Agatha Christie'nin Dersimiz Cinayet ve Doğu Ekspresinde Cinayet kitapları vardı. Bu tür üstüne çok kitap okumadığım için kıyas yapabilecek konumda değilim belki ama cinayet çözümlemeleri ve kurgu yönünden kesinlikle okunası kitaplardı. Uzun bir aradan sonra araya bir de polisiye koyalım dedim ve adını çok duyduğum Grange'yi okuyup, tanımaya karar verdim. Ama hangi kitabından başlasam bilemedim. Baş yapıt sayılan birden fazla kitabı var adamın. Ben de sordum, soruşturdum ve Leyleklerin Uçusu'nda karar kıldım.

Max Böhm adlı kuş bilimcinin yanına kaybolan leylekleri bulmak için çalışmaya gelen Louis Antioche, işiyle ilgili detayları öğrendikten sonra kuş bilimcinin yanından ayrılır. Ertesi gün Max Böhm'ün sıradışı ölümü ve bu ölümünü araştırmaya karar vermesi, onu hayatının bir daha eskisi gibi olmayacağı serüvenlere doğru götürecektir... Leylekler onu Bulgaristan'nın çingene mahallelerinden, Orta Afrika'nın balta girmemiş ormanlarına kadar çeşitli yerlere götürecek ve burada belki de "keşke bilmeseydim" dedirtecek gerçeklerle yüz yüze gelecektir.

Bu yazarların beyinleri nasıl çalışıyor, hangi loplarını kullanıyorlar, nasıl yapıyorlar cidden merak ediyorum.. Okuduğum çoğu yazar için geçerli.. İlk kitapları bu denli nasıl iyi olabilir.. Sabahattin Ali, Hakan Günday, Khaled Hosseini, Yusuf Atılgan...ki bunlar şu anda yazarken aklıma gelen ilk isimler.. Granger'de bu isimlerin arasına girmiş oldu, ilk kitabı olan Leyleklerin Uçusu'nun beni bu derece etkileyebilmiş olmasıyla..  Kitabı okurken, olaylar aklınıza gelmeyecek ve eğer ki gece okursanız hafiften "yusuf yusuf" yapmanızı sağlayacak şekilde ilerleyecek. Kitabın benim için tek eksik yanı sonu.. Eksik ama kötü değil.. Bu kadar! daha konuşmayayım, elimde olmadan kitapla ilgili önemli bilgi verebilirim.. Bu türü seviyorsanız, hemen okuyun..

18 Temmuz 2012 Çarşamba

The Amazing Spider-Man


"Anlatılmamış hikaye" sloganıyla çekimlerinin başladığı tarihten itibaren adından söz ettiren ve merakla beklenen The Amazing Spider-Man 6 Temmuz itibariyle seyircisiyle buluştu. Bundan önceki Örümcek Adam serisinin her filmini binbir heyecanla beklemiş ve her filmi en az iki kere   ( Üçüncü film hariç) izlemiş biri olarak, bu filmi hiç de öyle merakla beklemedim ki zaten gösterim gününden on gün sonra gittim..

Yeni filmin çekileceği ve yeni Örümcek Adam'ın Andrew Garfield olduğu haberi yayınlandığı günlerde çok konuşulmuştu. Önceki filmlerin üstüne neden baştan bir seri çekmek istediklerini anlamamakla beraber, bu serinin "anlatılmamış hikaye"  kısmı bir o kadar da saçma gelmişti.. Neyse, öyle böyle çekildi film, bendeniz de gittim izlemeye. Lakin değdi mi onca çekim parasına, sükseye?...

Sinemaya tek başıma gittiğim ilk film olan Spider-Man 2002 yılında, serinin en iyi filmi olan Spider-Man 2 2004 yılında ve serinin son filmi Spider-Man 3 2007 yılında Sam Raimi tarafından çekilen fantastik filmlerden hoşlananların keyifle izlediği bir seri olarak aklımızda kalmıştı. Bu seri için çekilen ilk iki film Stan Lee ve Steve Ditko ikilisinin yazdıkları çizgi romanlardan esinlenerek senaryo haline getirilerek çekilmiş; üçüncü film de ise Sam ve Ivan Raimi tarafından yazılan senaryoya çizgi romandan birkaç eklenti eklenerek çekilmiş. Belki de üçüncü filmin serinin en kötü filmi olarak görülmesinin sebebi budur. Gerçi herkes bu şekilde görmüyor ya. Ama bence öyle.. Seri sıralaması benim gözümde 2>1>3 şeklindedir sevgili okur..

Gelelim asıl konuşulması gereken İnanılmaz Örümcek Adam filmine.. Konu konu gidecek olursak;
      James Vanderbilt, Alvin Sargent ve Steve Kloves üçlüsünün senaryosunu üstlendiği filmi, (500) Days of Summer filmiyle kendini tanıtan Marc Webb tarafından yönetilmiş. Üç boyutlu gösterime giren filmin efektleri eh işte dedirtecek biçimde olsa da ne kurgu ne diyaloglar ne de olay akışları hiçbiri beş para etmez... Diyalogların saçmalığı, romantik bir ortam seyrettireceğiz diye yapılan tuhaf hareketler vs vs... Kısacası senaryo, bu filme yakışmayacak şekilde kötü..
      Peter Parker- Örümcek Adam rolünde izlediğimiz Andrew Garfield, Hollywood'un yeni gözde oyuncularından. Never Let Me Go filmiyle izlemiştim daha önce ve orada gerçekten beğenmiştim oyunculuğunu.. Ama burada bilemiyorum içime yer etmiş Tobey sevgisi belki de sevdirmedi kendisini. Tobey'nin oynadığı Örümcek Adam olgunluğunu göremedik kendilerinde. Daha ilk filmden ağlamaya başladı, düşünün artık..
    Yeni Mary Jane Watson yani Gwen Stacy rolünde tatlı mı talı Emma Stone.. Easy A, Crazy,Stupid,Love. ve The Help filmlerinde izlediğim Stone minyon tipinin verdiği şirinlik ve mimikleriyle rolden role girebilen başarılı saydığım genç oyunculardan. The Help filminde o kadar iyi oyuncuların yanında sırıtmadan rolünün üstesinden gelen oyuncu burada da kendini keyifle izlettiriyor. Onun bulunduğu sahnelerde genellikle onu inceledim ne yalan söyleyeyim. Her kadına her saç rengi de gitmez be kardeşim.. Kendisinin cazibesine rol arkadaşı Andrew da benim gibi etkilenmiş olacak ki filmle beraber ikili özel hayatında da ilişkiye başlamışlar..
    Ben Amca ve May Hala, Martin Sheen ve Sally Field.. Önceki seride bu karakterleri canlandıran isimler hem çizgi romanın gerçeğine hem de çizgi filminin bizlerde hatırlattığına göre daha yaşlıydı- beyaz saçlıydılar-. Bu filmde, bu olay söz konusu değil. İlk filmlere göre daha genç ve daha geri planda kalmışlar. İkisinin de oyunculuğuna edecek laf yok. Oscarlı oyuncu Sally Field'i en son Brothers and Sisters dizisinde takip etmiştim ve her bölümde kendini zevkle izlettiriyordu.
     Doktor Curt Connors, önceki filmde Dylan Baker, bu filmde ise Rhys Ifans tarafından canlandırılan karakter, filmin kötü adamı. Aslında pek de kötü adam sayılmaz ya. Arzularının kurbanı oluyor, eksik uzuvlu yaşamanın zorluğundan kurtulmak istiyor ama fazlasını istemek hep kötü sonuçlanır, bu da o hesap..
    Müzikler kötü.. Oscarlı müzisyen James Horner tarafından hazırlanan müzikler tek başına düşünüldüğü zaman güzel olabilir ama filme hiç gitmemiş.. Rahatlıkla söyleyebilirim bu filmden, ilk filmden çıkan kendini dinlettiren bir başka Hero çıkamaz..

Çok uzattım farkındayım..Gerekli gereksiz bir sürü bilgi verdim toparlama vakti.. Başının tehlikeye girdiğini gören Baba Parker, Peter'ı abisinin evine bırakıp kayıplara karışır. Lise çağına gelen Peter, babasının giderken bıraktığı bir çantayı bulmasıyla işler değişir. Çantada babasının örümcekler üzerine bir takım çalışmalarını bulur ve bunlar üzerinde yoğunlaşır. Bu yoğunlaşma ona biraz pahalıya mal olacaktır. Araştırmak üzere gittiği bilim merkezinde üzerinde çalışılan bir örümcek tarafından ısırılan Parker artık doğa üstü bir takım yeteneklere sahiptir. Artık gelsin kötü adamlar, yollasın onları sıpaydi :).. Araya bir Amerikan bayrağı bir de aşkı yerleştirdik mi al sana gişe isteğiyle yoğrulmuş izlemelik Hollywood filmi..

İzlediğim sinemadan mı kaynaklı tam bilemiyorum ama iğrenç bir 3 boyutluydu. % 80'nini gözlüksüz izledim, bir sıçrama bir de kavga sahnelerinde taktım o kadar.. Öyle "vay 3 boyutluymuş, gitmeli" diye düşünmeyin hani!

Uzun lafın kısası, ben bu filmi hiç beğenmedim.. O kadar paraya yazık olmuş, gerçi şimdilik hasılatı iyi gibi ama ileride ne olur bilemedim. Vasatın bir tık üzerinde bir film olmuş.. Paranızı harcamayın ve çok izlemek istiyorsanız bekleyin ve indirip izleyin gençler.. Spider-Man filmi izlemek niyetinde iseniz bırakın anlatılmamış hikayeleri falan bildiğiniz hikayeyi en güzel anlatan Spider-Man 2'yi açıp izleyin derim..

Her filmde görmeye alışkın olduğumuz Stan Lee, bu filmde de karşımızda. Hem de sizi bayağı güldürecek bir sahne ile..

13 Temmuz 2012 Cuma

Road to Perdition

Sam Mendes, American Beauty' den sonra verdiği 4yıllık arayı Road to Perdition adlı intikam-dram filmi ile kapatıyor...Tom Hanks, Paul Newman, Jude Law, Daniel Craig gibi baba isimleri kadrosunda barındıran:  suç ve intikam temalarını göze sokmadan izlettiren bir dram filmi Azap Yolu..

      Max Allan Collins'in "On The Road to Perdition" adlı çizgi roman serisinden uyarlama olan filmin senaryosunu,  daha önce de birçok romanı senaryolaştırmış olan David Self üstlenmekte. Uyarlama film izlediğim zaman "olmamış, eksikler var, kitaptakileri yansıtamamışlar" dediğim çok olur. Yani çok nadirdir kitabını okuyup, filme uyarlanıp, o filmi sevdiğim. Lakin bu filmde, romanı okumadığım için tabii ki  eksiklikler var mıdır bilemem ama senaryoda bir eksiklik göremedim ben. Nette dolaşan yorumlardan da anladığım kadarıyla okuyanlar da bir eksiklik görememişler. Her karakterin özellikleri seyirciye aktarılması gerekeni kadar veriliyor, olaylar da cılkını çıkartmadan ilerliyor.

Kabaca filmin konusundan bahsedecek olursak; Micheal Sullivan Jr., babasının ne iş yaptığını öğrenmek üzere bir gece arabada saklanarak babasını takip eder ve sonucunda görmemesi gereken olaylara şahit olur. Bu durum Baba Sullivan'ı zor duruma sokar.  İş arkadaşları Micheal Jr. sessiz kalacağından şüphelenir ve aileyi ortadan kaldırmak isterler. Yalnız ailenin yanlış -masum- üyelerini ortadan kaldırmaları, bir intikam macerasının başlamasına sebep olacaktır.
  Sam Mendes filmlerinde "dram" olmazsa. Karakterlerin yaşadıklarını, hissetiklerini seyirciye aktarma çabası bayağı bir mevcuttur ki bu film ile tüm filmlerini izlemiş bulunuyorum, bunu da hakkıyla başarıyor. Bu aktarımı yakın çekimlerle, iç sesle ve müzikle vermeye çalışıyor. Bu aktarımı sırasında müzik önemli bir yer taşıyor. Bu filmde de müzik denilince Sam'in her filmin de birlikte çalıştığı Thomas Newman ismini görmek şaşırtmıyor. "Gene döktürmüş" diyebileceğim türden müzikler.. 10 Oscar adaylığı bulunan Newman'ı, izlenmesi gereken bir film olan Brothers dinleyin bir de..

117 dakikalık kaliteli oyunculuklarla bezeli, güzel bir senaryoya sahip, karanlık bir intikam filmi izlemek istiyorsanız mutlaka izleyin derim, gönül rahatlığıyla.. Ben bu zamana kadar geciktirdiğim için kendime kızıyorum ve hatırlattığı için The Serdar'a teşekkürler ediyorum...

8 Temmuz 2012 Pazar

Meczup'un Kadrajından İstanbul ve Duvarları..

Fotoğraf çekmeyi bilmem, hiç de makinem olmadı.. Öyle telefonumla da çekmeye hiç alışık değilim. Neyse öyle böyle geçti elime bir makine, ben de çektim de çektim... En çok dikkatimi çekenleri de -bu da her semtte karşıma çıkan duvar yazılarıdır- bir paylaşayım dedim.. Al bakalım sevgili okur, Mezcup'un kadrajından İstanbul ve Duvarları...
Yüzümde koca bir tebessüm yaratan yer..
Siz burayı seviyorsunuz ben onu anladım da!...
Galata Köprüsü üzerinde yer alan "ufacık" bir uyarı..
Uyarının 10 metre ilerisindeki durum :)
Anlamlı soru..
Aynen de öyle...
Bir bu kalmıştı karışmadıkları, yakında ne zaman,nerede sevişelim ona da karışacaklar..
"Quorsum Hoec Tam Putida Tendum?" Çoğu duvarda karşıma çıkan reklam yazısı..
Anlamı "Bu gibi ahmakların amacı ne olabilir?" 
"adam olamazsam marjinal olurum"
Yürü be..
"Önce Dünya mı göz mü bulundu?"
Çok derin..
"Ölümün adını bulana kurban olurum, Hazreti Düdük"
Yorumsuz..
"Her türlü ev yemeği özenle yapılır."
Anadolu yakasında oturanlar deneyebilir.. Özenle yapılıyor, dikkat ediniz!
"Drink Van Houten Cacao içiniz"
Bir serginin reklam yazısıymış, sergi çoktan bitmiş ama reklamları  her duvarda mevcut..
"KÖMÜR, bu kapağın altında"
Greenpeace  kampanyası
"Arda şansın bol olsun."
Bahsedilen Arda eski gs futbolcusu olansa şansı bol olsun, gitmene  çok sevindim :) 

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...